Yılmaz Güney

Ölüm Nedeni: Yılmaz Güney|Yılmaz Güney Hakkında|Yılmaz Güney Kimdir?
Öleli tam: 39 yıl, 6 ay, 19 gün olmuş.
Öldügünde: 47 yaşındaydı.

Yılmaz GüneyOyuncuların değil, bir yönetmenin kitlelerce benimsenmesi belki de Türk sinema tarihinde bir ilki oluşturur. Yılmaz Güney. Sinema yönetmeni, senarist, yazar ve aynı zamanda bir aktör. Günümüz yönetmenlerinin birçoğunun sinema anlayışına yön veren Yılmaz Güney, zamanın siyasi çalkantıları sırasında pek çok kez soruşturma geçirmiş ve hapse düşmüş ancak o mesleğini parmaklıkların ardında da olsa sürdürmeye devam etmiştir.-Soyadı Pütün olan Yılmaz Güney, 1 Nisan 1937’de Adana’nın Yenice köyünde doğdu, 9 Eylül 1984’te Paris’te öldü. Bir işçi ailesinin yedi çocuğundan biriydi. İlk ve ortaöğrenimini Adana’da tamamladı. Öğrenimi sırasında ailesinin maddi zorlukları yüzünden pamuk işçiliğinden, gazoz ve simit satmaya kadar birçok işte çalışmak zorunda kaldı. Ardından Kemal Film ve And Film şirketlerinin bölge temsilciklerinde çalıştı. Aynı zamanda öyküler yazıyor, edebi birikimini artıyordu. Ankara Hukuk Fakültesi’nde okurken yönetmen Atıf Yılmaz ile tanışması da mesleğinde ilerlemesi açısından önemli bir basamağı oluşturur. Atıf Yılmaz’ın desteğiyle sinema çalışmalarına da başlar.  https://unutmayacagiz.com/1959 yılında Atıf Yılmaz tarafından çekilen Bu Vatanın Çocukları ve Alageyik filmlerinin senaryolarını yazar ve aynı zamanda oyuncu olarak katkıda bulunur. Karacaoğlan’ın Karasevdası’nda da yönetmen yardımcılığına kadar yükselir. Yeni Ufuklar ve On Üç gibi dergilere de öyküler yazan Güney, bir öyküsünde komünizm propagandası yaptığı gerekçesiyle yargılanır ve 1961 yılında bir buçuk yıl hapis cezasına mahkum olur.İki yıl sonra kaldığı yerden işe devam eder. Daha çok ikinci sınıf serüven filmleriyle haşır neşir olur. Bu filmlerde karşımıza çıkan �Anadolu çocuğu� karakterinin ezilen, hor görülen ancak suskun kalmayı kabul etmeyen, baskıcı otoriteye direnen yapısı, bu tiplerle kendini özdeşleştiren kesim tarafından kolayca sevilir. Güney’e Çirkin Kral lakabının yapıştırıldığı bu dönemde (bize kalırsa çok haksız bir yakıştırma), öyküsünü kendisinin yazdığı ve Lütfi Akad’ın yönettiği Hudutların Kanunu adlı filmdeki doğal ve abartısız oyunculuğu gerçeklikten son derece uzak Yeşilçam sinemasında da bir farklılaşmanın başladığının göstergesidir.Gerçek anlamda ilk kez 1967’de yönetmen koltuğuna oturan Yılmaz Güney, 1968 yılında önemli sayılabilecek ilk filmi Seyyit Han’ı çeker. Doğu topraklarındaki bir sevda öyküsünü anlatan bu film, üslubu açısından olumlu tepkiler alır. Hemen ardından Aç Kurtlar ve Bir Çirkin Adam’ı çeker. 1970’e gelindiğindeyse Türk sinemasında önemli bir yere sahip olan Umut adlı film seyirciyle buluşur.�Umut’, eski faytonu, gücü dermanı kalmamış atıyla nüfusu kalabalık ailesini geçindirmeye çalışan, ağır yaşam koşullarının zorlamasıyla giderek çıkmaza giren, bir trafik kazasında atını kaybettikten sonra önce faytonunu, başarısız bir soygun denemesinin ardından da elinde neyi varsa satan, sonra da define aramaya koyulan Cabbar’ın öyküsünü anlatır. Güney’in kendi yaşamından da izler taşıyan bu film, öykünün durduğu yer ve anlatımının gerçekçiliği bakımından çizgisini hemen belli eder. Adana Altın Koza Film Şenliği’nde en iyi film seçilen, sansür kurulu tarafından yasaklanması ertesinde Danıştay kararınca gösterime giren �Umut’, burada olduğu kadar, yurtdışında da ilgiyle karşılanır.1971 yılında üç filminin birden (Ağıt, Acı ve Umutsuzlar) Adana Altın Koza Film şenliğinde dereceye girmesi böyle bir şeyin ilk olması bakımından şaşırtıcıdır, ancak onun yeteneğini bilenler için tam tersidir.1972 yılında siyasi olaylara karıştığı gerekçesiyle tutuklu kalan Güney, Boynu Bükükler adlı romanını yeniden yazıp Boynu Bükük Öldüler adıyla yayımlar. Kitap, 1972 yılında Orhan Kemal Roman Ödülü’nü kazanır.Tutukluk döneminin bitmesi sonrasında, 1974’te bir başyapıt sayılan Arkadaş’ı çeker. Birbirinden uzak düşen iki üniversite öğrencisinin, aralarındaki toplumsal uçurumların farkına varmaları ve ilişkilerinin giderek zayıflamasının anlatıldığı film, ülkemizdeki �kültür şoku’nun da bir belgesi gibidir. Yılmaz Güney’in Adana’da Endişe adlı filmi çekerken karıştığı bir olay sırasında bir yargıcı vurarak öldürmesi uzun bir hapishane hayatının başlangıcı olacaktır.Yine de o sinemadan kopamaz. Senaryolar yazmaya, üretmeye ve hep üretmeye devam eder. Senaryolarından biri Zeki Ökten tarafından Sürü adıyla sinemaya aktarılır ve bu film, yurtiçinde ve yurtdışında birçok ödül alır. Ökten’in çektiği Düşman’ın ardından Gören’in kamera karşısına geçtiği Yol gelir. https://unutmayacagiz.com/1981’de cezaevinden yurtdışına kaçmayı başaran Yılmaz Güney, Yol’u yeniden çeker ve film bu kez 1982 Cannes Film Şenliği’nde büyük ödülü Costa Gavras’ın Missing’iyle paylaşır. Yılmaz Güney yurda dönme çağrılarına uymaması sebebiyle 1983’te Türk yurttaşlığından çıkarılır. Aynı yıl Fransa’da Le mur (Duvar) adlı filmi çeker, ancak film pek ilgi görmez. Ve ertesi yıl kanser nedeniyle yaşama veda eder.Yılmaz Güney, senaryosundan kurgusuna kadar sinemada yetkin olmayı beceren ender yönetmenlerden biridir. Sürekli farklılık arayışı içinde olması, yapıtlarındaki şiirsellik ve zengin görsellik onu ayrıcalıklı kılan yanlarıdır. Lütfi Akad’ın özgün bir anlayış getirdiği Türk sineması Yılmaz Güney’in filmleriyle yeni bir aşama kaydetmiştir. Detay zenginliğine sahip, realist, olanakları en uygun biçimde kullanan ve toplumsal olayları özümseyen filmlerdir bunlar. Yılmaz Güney sineması �sinemacılar kuşağı’ olarak bilinen genç kuşak yönetmenleri de yönlendirmeyi başarmıştır. Onunla başlayan ve �Yeni Sinema’ olarak adlandırılan bu dönemde Türk sineması dünyaya açılma olanağı bulmuş, onu takip eden genç yönetmenler yurtdışında kayda değer başarılar elde etmişlerdir. Yapıtlarıyla gerek yurtiçi gerekse yurtdışında birçok ödül kazanan Yılmaz Güney, sanatın diğer dallarında verdiği eserleriyle de pek çok kitlenin gönlünde önemli bir yere sahiptir.Yılmaz Güney’in Eserleri:Rol Aldığı Filmler: Tütün Zamanı, 1959 – Dolandırıcılar Şahı, 1961 � Kara Şahin, 1964 � Mor Defter, 1964 � On Korkusuz Adam, 1964 � Yaralı Kartal, 1965 � Beyaz Atlı Adam, 1965 � Ben Öldükçe Yaşarım, 1965 � Sokakta Kan Vardı, 1965 � Çirkin Kral, 1966 � Hudutların Kanunu, 1966 � Ve Silahlara Veda, 1966 � Yiğit Yaralı Olur, 1966 � Balatlı Arif, 1967 – İnce Cumali, 1967 � Kızılırmak Karakoyun, 1967 � Kozanoğlu, 1967, Kurbanlık Katil, 1967 � Azrail Benim, 1968 � Kurşunların Kanunu, 1969 � Zeyno, 1970 � Namus ve Silah, 1971 � Sahtekar, 1972. Senaryosunu Yazıp Yönettiği Filmler: Bu Vatanın Çocukları, 1959 � Alageyik, 1959 � Kamalı Zeybek, 1964 � Konyakçı, 1965 � Krallar Kralı, 1965 � At, Avrat, Silah, 1966 � Eşrefpaşalı, 1966 � Çirkin Kral Affetmez, 1967 � Belanın Yedi Türlüsü, 1969 � Piyade Osman, 1970 � Sevgili Muhafızım, 1970 � Şeytan Kayalıkları, 1970 � İbret, 1971. Senaryosunu Yazdığı Filmler: Karacaoğlan’ın Karasevdası, 1959 � Endişe, 1974 � İzin, 1975 � Bir Gün Mutlaka, 1975 � Sürü, 1978 � Düşman, 1979 � Yol, 1982. Senaryosunu Yazdığı, Yönettiği ve Oynadığı Filmler: Bendim Adım Kerim, 1967 � Pire Nuri, 1968 � Seyit Han, 1968 � Aç Kurtlar, 1969 – Bir Çirkin Adam, 1969 � Umut, 1970 � Kaçaklar, 1971 � Vurguncular, 1971 � Yarın Son Gündür, 1971 � Umutsuzlar, 1971 � Acı, 1971 � Ağıt, 1971 � Baba, 1971 � Arkadaş, 1974 – Zavallılar, 1975. Senaryosunu Yazdığı ve Yönettiği Film: Le Mur, 1983. Kitapları: Boynu Bükük Öldüler, 1971 � Hücrem, 1975 � Salpa, 1975 � Sanık, 1975 � Selimiye Mektupları, 1975 � Soba, Pencere Camı ve İki Ekmek İstiyoruz, 1977 � Seçimlerde CHP Neden Desteklenmelidir?, 1977 � Faşizm Üzerine, 1979 � Paris Komünü Üzerine, 1979, Oğluma Hikayeler, 1979.YILMAZ GÜNEY hayatı ve şiirleri https://unutmayacagiz.com/Bir sanatcı olarak ”Yılmaz Güney” olarak bilinir.Ama asıl adı Yılmaz Putun’dur. 1937 Yılında, Adana’nın Yenice Koyünde doğdu.Topraksız bir köylu ailenin iki cocuğundan biridir. Dokuz yaşından sonra hayatını çalışarak kazandı.İlk işi dana gütmekti.Liseyi Adana’da bitirdi.1955’te süren tatbikat sonucu birbuçuk yıl ağır hapis ve 6 ay sürgün cezası aldı.Oğrenimi yarıda kalmıştı. İlk olarak 1961’de cezaeviyle tanışmıştı.1962 Aralığında cezasının bitimiyle, muhafazakarlığı ile ünlü, Konya şehrine sürgüne gönderilmişti.1968’de askere gitti.1970 Nisanında döndu.1972’de, martın 16’sında devrimcilere yardım ettiği gerekcesiyle tutuklandı.Mahkeme sonucu 10 yıl ağır ceza hapis ve sürgün cezasına çarptırıldı.1974 Eylülünde,bir cinayet olayına adı karıştı ve on dokuz yıl mahkum edildi.Cezaevindeyken ”GÜNEY” adlı bir sanat-kultur dergisi çıkardı.Onüç sayı sonra sıkıyonetimin yeniden gelmesi üzerine dergisi kapatıldı ve hakkında yazdıklarından ötürü on ayrı dava acıldı.İstenen ceza toplamı yuzyil idi.1981 Ekiminde izinli cıktığı İsparta cezaevine bi daha dönmedi.Sonra da yurt dışına çıktı.1981 Ekimine kadar, yaklaşık oniki yılını çeşitli cezaevlerinde geçirdi.Bu oniki yıl içinde ikisi yarı-açık olmak uzere onbeş cezaevi tanıdı.İltica etiği Fransa’nın Paris şehrinde 1984’te vefat ettiARKADAŞOlmasın o ta içtenGülen gözlerde yaşBir gün gelip ayrılsak daSeninle arkadaşBir kıvılcım düşer önceBüyür yavaş yavaşBir bakarsın volkan olmuşYanmışsın arkadaşDolduramaz boşluğunuNe ana ne kardaşBu en güzel bu en sıcakDuygudur arkadaşOrtak olmak her sevinceHer derde kedereVe yürümek ömür boyuBeraberce el eleOlmayacak o ta içtenGülen gözlerde yaşBir gun gelir ayrılsak daSeninle arkadaşKENDİM İÇİN YAŞAMIYORUMhayatı kendim için yaşamıyorum. ve korkmuyorumhiç birşeyden. başıma gelecekleri de biliyorum.herşeye rağmen düşmana inat yaşayacağız.Yarın bizim çünkü…BİR GÜNHangi zorluğuyenmemiş insanoğlu.Hele taşıyorsa içindebu insanca sevgiyi.Güzel günlerzorlu duraklardangeçer sevdiğim.Damla damlabirikiyor insan.Damla damla sevgili…Bir günakıp gideceğiz hayata.Duvarlar yıkılacak,açılacak bütün kapılarbilesin.Benim yüreğimsensin şimdiseni vurur durur…Ve yine damla damlaçoğalıyorsun içimde.KÖPRÜSevgiliyetmiyor ‘sevgili’ sözütek başına. Karşılamıyoriçimi dolduran duyguyu.Oysa ben ‘sevgili’derken nelerdüşünüyorum bilsen.Sonsuz, bir güneşbir yudum rakıçiçeğe durmuş ince birbahar dalıoğlumun sıcak yanağıanamın acılı gözleribabamın tütün kokan elievimizdeki kuşyarının güzel günleri.Anlatılması güç binlerceduygu ve sen…İşte senbeni hayata bağlayanen güzel köprüsün;köprülerin en güzelisin.Sevgilim… Güzelim…İnsanı yaşataniçimizdeki hayat böceğidir.O ölürsehayatımızın da tadı biter.O sakın ölmesinyaşat onu.CANIMCanım, sevdiğim, yüreğimBu duvarlar bizi ayırmaya yetmez bilesinBu kapılar, bu demir parmaklıklar hava inanBazen bir yumrukta yıkacak kadar güçlüBazen bir serçe kadar güçsüzsem bir nedeni vardırhangi zorluğu yenmemiş insanoğluHele taşıyorsa içinde bu insanca sevgiyiBU ALEMDE KRAL TANIMAMSen hiç ölümün gölgesinde özgürlüğü yaşadın mıBir garibanın elinden tutup da hiç kadere rest çektin miAlçağın adisine ispiyoncusuna kurşun yağdırdın mıDedim ya gülüm ben bu alemde kral tanımamSen zevkini sefanı sürerken ben hayat okulunu okuyordumSen elin cilalı mermer taşlarında kibar beylerle dans ederkenBen hergün azraille dans ediyordumDedim ya gülüm ben bu alemde kral tanımamSen sıcak yatağında rahat uyurkenBen ise parçalanmış vücudumun acısıyla mahkeme duvarlarınaYaslanmış, gelmeyi bilmeyen karanlığı bekliyordumDedim ya gülüm ben bu alemde kral tanımamİdam sehpasında bir mahkum yaşamayı ne kadar çok istiyorsaBen de seni o kadar çok seviyorum…Aşıma katmadım haram, güzel çirkin aramamYanlış yapanı tanımam… Bu senin için de geçerlidir gülümDedim ya gülüm ben bu alemde kral tanımam…Canim, Sevdigim, Yüregim…Bu duvarlar yetmiyor bizi ayirmaya bilesin…Bu parmakliklar, bu demir kapilar, bu hava, inan…Bazen bir yumrukta yikacak kadar güçlü,Bazen bir serçe kadar güçsüzsem, bir nedeni vardir…Hangi zorlugu yenmemis insanoglu.Hele tasiyorsa içinde bu insanca sevgiyi.Güzel günler zorlu duraklardan geçer sevdigim.Damla damla birikiyor insan. Damla damla sevgili…Bir gün akip gidecegiz hayata…Duvarlar yikilacak, açilacak bütün kapilar bilesin.Benim yüregim sensin simdi, seni vurur durur…Ve yine damla damla çogaliyorsun içimde.Eskiden Bilmezdim YalnizligiEskiden bilmezdim yalnizligiBir agaç nasil yalniz degilse ormanindaBir çiçek kendi dalindaEskiden bilmezdim yalnizligiYalnizligin içindeSimdi yalniz, yalniz miyimKopuk muyum dalimdanUzaginda mi kaldim ormaninHayat Bize Mutlu Olma Sansi VermediHayat bize mutlu olma sansivermediBiz kendimizden baskaHerkesin üzüntüsünüÜzüntümüz,Acisini acimiz yaptik.Çünkü Dünya’nin öbür ucunda,Hiç tanimadigimiz bir insaninGözyasi bile içimizi parçaladi…Kedilere agladikKuslarin yasini tuttuk.Yüregimizin yufkaligiKimi zaman hayat karsisindaBizi zayif yapti.Aslinda ne güzel seydirInsanin insana yanmasiSevgili…Ne güzeldir bilmedigin birininderdine üzülmek ve çare aramak.Ben bütün hayatimda hepÜzüldüm, hep yandim..Yasamak ne güzeldir be sevgiliSevinerek, severek, sevilerek,Düsünerek…ve o vazgeçilmez sancilariniDuyarak hayatinLast edited by Kral_Aslan; 31-01-2008 at 15:25..__________________Yerinde söz söyleyen, özür dilemek zorunda kalmaz.7 Said Thank You23-11-2006 #2 (permalink)Blue BooLZiyaretçiYILMAZ GÜNEYCanım, sevdiğim, yüreğimBu duvarlar yetmiyor bizi ayırmaya bilesinBu parmaklıklar, bu demir kapılar, bu hava, inanBazen bir yumrukta yıkacak kadar güçlü,Bazen bir serçe kadar güçsüzsem bir nedeni vardırHangi zorluğu yenmemiş insanoğlu.Hele taşıyorsa içinde bu insanca sevgiyi.Güzel günler zorlu duraklardan geçer sevdiğim.Damla damla birikiyor insan.Damla damla sevgili…Bir gün akıp gideceğiz hayata…Duvarlar yıkılacak, açılacak bütün kapılar bilesin.Benim yüreğim sensin şimdi, seni vurur durur…Ve yine damla damla çoğalıyorsun içimde.Bu sıcak, bu tertemiz bakış; bu pazarlıksız ve içten tebessüm; bu başını hafiften yana eğen afil… “dayım” kokan bu adamdaki çekim gücü nereden kaynaklanır? Yılmaz Güney.. “biz”in sözcüsü, “biz”in savaşçısı…Çocukluğumu büyüttüğüm Orta Anadolu kasabasının yazlık açıkhava sinemasında Yılmaz Güney’in filmi “oynayacakmış”. “Gitmeyin sakın, bombalayacaklarmış!” Kimsin sen? İçinde göründüğün, “rol kestiğin” filmin gösteriminin yapıldığı sinemaya bomba koymaya meylettirecek kadar, nesin? Sana karşı olanlar, aslında kendileriyle yüzleşmekten mi kaçarlar? Bir Yılmaz Güney’lerinin olmasının verdiği hazzı bilmemek ve bu bilmemenin bıraktığı boşluk mudur, köşe bucak gizlemeye çalıştıkları içsel acıyı, çaresizliği büyüten? İnsan etrafını yakıp yıkarken, aslında içindeki çıkmazlara yol mu açmaya çalışır?Daha çocuk çağlarımızda bile, bir Yılmaz Güney’e sahip olmanın verdiği gurur ve bir tür tarifi yapılamayan güvendi koltuğumuzu kabartan; kendimize Yılmaz Güney edaları vererek yürüten, bakış attıran… belki de “doğru yolda” olduğumuz hissi ile iç huzuru veren, onunla özdeşleştiren.Kendimi bildiğim ilk dönemlerimden, çocukluğumdan beri, efsane sözcüğünün karşılığı olan adam.. sevginin ve saygının harmanlandığı, gıptayla cilalanan bir duygunun vücut bulduğu.. adının anıldığı yerde, bir başka, ona özgü dalganın dolandığı mit: Yılmaz Güney!Murat Belge’nin yaptığı değerlendirmede olduğu gibi, “Parlak bir sinemacı ve sanatçı, hiçbir zaman amatörlüğün ötesine geçememiş bir ‘siyasetçi’; her şeyini kitlelerle paylaşmaya can atan bir ‘biz’ ve çıkardığı dergiye ‘Güney’ adını verecek kadar bireyci bir ‘ben’; dünyanın sosyalizm öncesi popülist başkaldırmacı kahramanına denk düşen bir mizaç ve tarihi maddeciliğin teorik inceliklerini kavramaya hayati önem veren bir akıl; silah ve eylem ve mertlik dünyasının korkusuz bir savaşçısı ve insanları barışa, sükunete, okumaya, sevgiye çağıran bir derviş. Bütün bunların sonucunda mutlak bir yalnız adam…” Yine Yalçın Küçük, bir sosyaliste küçük bir örnek verirken, “mahallenin genç kızını sıkıştıran birkaç serseriye -dayak yeyip yemeyeceğini düşünmeksizin- müdahale eden adam” olarak tanım getiriyordu. İşte Yılmaz Güney, aslında tüm bunlardı.Yaşam Bir Dolambaçlı Yoldur“Bir sanatçı olarak ‘Yılmaz Güney’ diye bilinirim. Asıl adım Yılmaz Pütün’dür. Adım, zorluklar karşısında eğilmez, umutsuzluğa kapılmaz, yılgınlığa düşmez ve başeğmez anlamına gelir; soyadım Pütün ise bir dağ meyvesinin kırılmaz çekirdeği demektir. 1937 yılında (1 Nisan -bn), Türkiye’de, bir güney şehri olan Adana’nın Yenice köyünde doğdum. Kürt asıllı, topraksız bir köylü ailenin iki çocuğundan biriyim. Annem dindardı ve okuma yazma bilmezdi… Babam ise okuma yazmayı askerde öğrenmişti. Annem gibi o da hiç okula gitmemişti. 1976’da ben Kayseri Cezaevi’ndeyken öldü. Mezarını göremedim…”Dokuz yaşından sonra hayatını çalışarak kazandı. İlk işi dana gütmekti. Ailesinin maddi zorlukları nedeniyle öğrenimi sırasında pamuk işçiliğinden, gazoz ve simit satcılığına kadar birçok işte çalışmak zorunda kaldı. Ortaokul ve Lise öğrenimini Adana’da tamamladı. Lise yıllarında, bisikletiyle sinemadan sinemaya on altı milimetrelik film bobinleri taşıyarak sinemaya ilk adımını attı. “Sinemayla karşılaşmam 13 yaşındayken oldu. Kavgalı dövüşlü filmlerin gösterildiği fukara sinemalarına gidiyorduk. Kendimizi daha rahat hissediyorduk bu sinemalarda. Mesela bir Galatasaray Sineması vardı, çok güzeldi. Önünden geçer bakardık ama çok lükstü gitmeye korkardık. İstesek parasını verip girebilirdik. Ama ne kıyafetimizi ne de yapımızı uygun görürdük o sinemaya”Sinema sektörüyle ilk kez Kemal Film ve And Film şirketlerinin bölge temsilciklerinde çalışarak temas kurdu. And Film’de pursantaj memurluğu yaptı. Lise ikinci sınıftaydı; görevi nedeniyle yakın illerde sinemaları dolaşıyordu. Bu dönemde ilk öykülerini verdi. Nihat Ziyalan ve Özdemir İnce ile bu dönemde tanıştı ve edebiyat dergilerinde öyküleri yayınlanmaya başladı.1955 yılında liseyi bitirmesinin ardından Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne kaydoldu; Adana’ya döndü ve Dar Film’de çalışmaya başladı. Sinemaya daha yakın olabilmek için A.Ü. Hukuk Fakültesi’nden ayrıldı ve İ.Ü. İktisat Fakültesi’ne kaydoldu; Adana’da pursantaj memurluğunu yaptığı film şirketinin İstanbul bürosunda çalışmaya başladı. bu dönemde sinemaya ciddi olarak adım atmasını sağlayan Atıf Yılmaz ile tanıştı ve onun asistanlığını yapmaya başladı.“Çirkin Kral”Yeni bir süreç başlıyordu… “Çirkin Kral”lık süreci. Atıf Yılmaz ile çalışmaları onun ‘krallığı’nın temellerini oluşturacak ve sürecin sonunda bu kavruk halk adamı, haklı bir ün elde edecekti.Bu Vatanın Çocukları ve Alageyik filmlerinde senaryo yazarı ve oyuncu olarak da katkıda bulundu. Karacaoğlan’ın Karasevdası’nda da yönetmen yardımcılığına kadar yükseldi ve böylece ilk kamera arkası görevlerini aldı; senaryocu, oyuncu ve yönetmen yardımcısı olarak çalıştı. Oyuncu ve senaryocu olarak hızla sivrildi. Dönemin siyasal öğrenci hareketlerinin içinde yeraldı; hem sol ile temasını artırdı hem de sinemayla ilişkisi daha üretken bir zemine doğru yol aldı. Bu dönemde senarist Vedat Türkali, yönetmen Atıf Yılmaz ve asistanı Yılmaz Güney diğer öğrencilerle olayları filme çekmenin yollarını araştırmışlardı. Bu arada Yeni Ufuklar ve On Üç dergilerinde de öyküler yazdı. On Üç adlı dergide 1956 yılında yayınlanan Üç Bilinmeyenli Eşitsizlik Sistemleri adlı öyküsünde komünizm propagandası yaptığı gerekçesiyle 1961 yılında hapse mahkum edildi ve film setinden alınıp götürüldü.Belki inanılmaz gelebilir ama, ceza almasına neden olan öyküdeki şu paragraftı: “İğrenerek baktı -iyice iğrenememişti-. Yüzü daha bir buruştu. Yapmacıklı bir sinirle ‘Siz böylesiniz işte’ dedi. ‘En iyiniz bile böyle. Kendi çıkarlarınız için neler yapmazsınız. İşçiymiş. Basit bir işçiymiş’ -seyircilerin durumlarını da görmek istiyordu- ‘ben bir işçiyim. Beni basit görmezsin değil mi? İşine yararım. Keyfini getiririm; doğru değil mi söylediklerim?’ -söyledikleri doğruydu. Birinci şahıs doğru demiyordu-. ‘Ah domuzlar sizi. Bir gün hepinizin topunuzu attıracaklar ya; dur bakalım ne zaman.’”Öğrenimi yarıda kalmıştı. Birbuçuk yıl cezaevinde kaldı; Aralık 1962’de hapis cezası sona erdi ve 6 aylık Konya Sürgünü’ne gitti. Boynu Bükük Öldüler adlı romanı bu dönemin ürünüdür. Güney, cezaevi günlerini hep biriktirme, yeni projeler için yoğunlaşma ve siyasal bilincini olgunlaştırma yönünde değerlendirdi. İlk kez hapse giren Güney, hayatının muhakemesini yaptı, kendini yeniledi ve düşünsel yapısını geliştirdi. Kendisine bir misyon biçti, bunu nasıl gerçekleştireceğinin hesaplarını yaptı. 1963’ten itibaren yaptığı filmlerde oyuncu olarak giderek artan bir popülarite kazandı ve beyaz, temiz yüzlü jönlerin saltanatını yerlebir etti. Yılmaz Güney bu dönemde genellikle karşımıza çıkan “Anadolu Çocuğu” karakterinin ezilen, aşağılanan, yenilen, hor görülen ancak suskun kalmayı kabul etmeyen, baskıcı otoriteye direnen, sonunda isyan eden ve başını dik tutan yapıdaki kişilerini yansıtıyordu. Bu durum, bu tiplerle kendini özdeşleştiren kesim tarafından kolayca sevildi. Ancak bu dönemin filmleri genellikle Yeşilçam kalıpları içinden çıkamadı.Çirkin Kral adı ve miti bu dönemin eseridir. 1964’te rol aldığı 10 Korkusuz Adam filminde hiç konuşmayan, sürekli arka cebinde taşıdığı konyağı içen bir ayyaşı canlandırdı. Bu rol, filmde fazla bir önem taşımadığı halde, Yılmaz Güney’in göründüğü sahnelerde sinema salonları inlemişti. Böylece Yılmaz Güney bir mitos haline gelmeye başladı ve senarist ve oyuncu olarak birçok filmde görev aldı. Bu dönemde öyküsünü kendisinin yazdığı ve Lütfi Akad’ın yönettiği Hudutların Kanunu adlı filmdeki doğal ve abartısız oyunculuğu gerçeklikten son derece uzak Yeşilçam Sineması’nda da bir farklılaşmanın başladığının göstergesidir. Gerçek anlamda ilk kez 1967’de yönetmen koltuğuna oturan Yılmaz Güney, 1968 yılında önemli sayılabilecek ilk filmi Seyyit Han’ı çekti. Doğu topraklarındaki bir sevda öyküsünü anlatan bu film, üslubu açısından olumlu tepkiler aldı. Hemen ardından Aç Kurtlar ve Bir Çirkin Adam’ı çekti. Hudutların Kanunu ve Toprağın Gelini ile başlayan Seyyit Han ile işaretini veren bu süreçten çıkışın en anlamlı meyvesi ise sinemamızın en önemli yapıtlarından biri olan Umut oldu.1968’de askere gitti ve 1970 Nisan’ında döndü; film çalışmalarına başladı. Umut’u çekmeye başladı. Umut, eski faytonu, gücü dermanı kalmamış atıyla kalabalık nüfuslu ailesini geçindirmeye çalışan, ağır yaşam koşullarının zorlamasıyla giderek çıkmaza giren, bir trafik kazasında atını kaybettikten sonra önce faytonunu, başarısız bir soygun denemesinin ardından da elinde neyi varsa satan, sonra da define aramaya koyulan Cabbar’ın öyküsünü anlatıyordu. Güney’in kendi yaşamından da izler taşıyan bu film, öykünün durduğu yer ve anlatımının gerçekçiliği bakımından çizgisini hemen belli etti. “Ben, oyuncu olarak halkın giyiminden, davranışlarından farklı olmamaya çalışıyordum. Zaten olamazdım ki. Ben zaten kendimi oynuyordum. Şöyle bir durum var: Yaptığım bütün filmlerde benden bir parça vardır.”Sansür kurulu tarafından yasaklanması ertesinde Danıştay kararınca gösterime giren Umut, burada olduğu kadar, yurtdışında da ilgiyle karşılandı. Umut, çıkışı olmayan mutsuz çabaları gerçekçi bir biçimde betimledi. Bu filmi ile Antalya Film Festivali’nde en iyi oyuncu ödülünü (Altın Portakal); Adana Film Festivali’nde en iyi oyuncu ve en iyi film ödüllerini (Altın Koza) aldı. Tabiri caizse, Türk Sineması’nda yer yerinden oynadı. Umut, Yılmaz Güney’in başyapıtlarından biridir. Ayıca Türkiye’de devrimci sinemanın da ilk ve en iyi örneklerinden biridir. Bu filmi, Acı, Ağıt, Baba, Arkadaş ve Endişe takip etti. 1971 yılında üç filminin birden (Ağıt, Acı ve Umutsuzlar) Adana Altın Koza Film Şenliği’nde dereceye girmesi, böyle bir şeyin ilk olması bakımından ilgi çekicidir.Devrim ve SanatBilinçli bir şekilde toplumsal sorunlarla uğraşmaya başladığı oranda sansürle de başı ağrımaya başlamıştı. 1972 yılında Mahir Çayan ve arkadaşlarına yardım ettiği için tutuklandı. Ancak bu kez, dünyada tanınmış bir sinemacı olarak büyük bir desteği arkasına aldı. Boynu Bükükler adlı romanını yeniden yazıp Boynu Bükük Öldüler adıyla yayımladı. Kitap, 1972 yılında Orhan Kemal Roman Ödülü’nü kazandı. Siyasal bilincinin gelişiminin sonuçlarını tutukluk döneminin bitmesi sonrasında çekmeye başladığı, bir başyapıt sayılan Arkadaş filminde ortaya koydu. Birbirinden uzak düşen iki üniversite öğrencisinin, aralarındaki toplumsal uçurumların farkına varmaları ve ilişkilerinin giderek zayıflamasının anlatıldığı film, ülkemizdeki ‘kültür şoku’nun da bir belgesi gibidir. Büyük ilgi gören ve tartışılan bu film Çirkin Kral’ın kendisiyle olduğu kadar Çirkin Kralcılarla da hesaplaşması anlamına geliyorduBu filmiyle Yılmaz Güney, Sınıfsız bir dünyanın gerçekleşmesi yönünde tarafını belirlemiştir: “…kendimi anlatmalıyım. İki yılı aşkın cezaevi günlerinde, düşüncelerim tek bir noktada toplanmıştır: Demokratik Halk Devrimi. Başta işçi sınıfı ve köylülük olmak üzere, tüm emekçi kitleleri, aydınları, sanatçıları, küçük iş ve mülk sahiplerini ekonomik toplumsal ve siyasi kölelikten kurtuluşa götürecek Bağımsız Demokratik Yeni Türkiye’yi kuracak ve sosyalizme götürecek Demokratik Halk Devrimi’nin gerçekleştirilmesi ve devrim sürecinde birey olarak bana düşen görevlerin berraklaştırılması temel düşüncem olmuştur. İşte ben, bu hayati görevlerin üstesinden gelebilmek, eksikliklerimi giderebilmek umuduyla inançlı bir çalışmaya verdim kendimi. Atacağım her adım emeğin nihayi kurtuluşu fikrine, yani sınıfların kendini ortadan kaldıracağı, devletin kendisini tüketeceği, söndüreceği bir dünya fikrine hizmet etmeliydi. Kurtuluşun önümüzdeki aşaması olarakta Demokratik Halk Devrimi fikrine ve mücadelelerine hizmet etmeliydi. Bu amaçla sinema alanında, iki yılda altı film yapmayı planlamıştım. ‘Arkadaş’ bu düşüncenin ilk ürünüdür…” (25 Haziran 1976)https://www.msxlabs.org/forum/sinema-tr/10061-yilmaz-guney-yilmaz-guney-kimdir-yilmaz-guney-hakkinda.html

Yılmaz Güney için yapılan aramalar

Yılmaz Güney, Yılmaz Güney biyografi, Yılmaz Güney hayatı, Yılmaz Güney özgeçmişi, Yılmaz Güney hakkında, Yılmaz Güney doğum yeri, Yılmaz Güney fotoğraf, Yılmaz Güney video, Yılmaz Güney resim, Yılmaz Güney kimdir?, Yılmaz Güney kaç yaşında?, Yılmaz Güney kaç yaşında öldü? Yılmaz Güney nereli, Yılmaz Güney memleketi Yılmaz Güney ne zaman ve neden öldü? Yılmaz Güney Ölüm nedeni?

Twitter'de ara: Yılmaz Güney
Google'de ara: Yılmaz Güney